Bozadamlar, Solukbenizliler ve Ötekiler (Star Gazatesi Kitap Eki)

Eylül Antakyalı

Râvi’nin “Sağırlara anlatılmış; körün gördüğü” sözüyle karşılıyor bizi kitap. Masalsı ve metaforik bir anlatımı var Bozadam’ın. Anlatılanlar her ne kadar belirsiz bir çağa ait dursa da kullanılan metaforlar tüm zamanlara yayılabilecek kadar güçlü. İnsanın varlık ve hakikat arayışı, her daim kendini var kılabilen s/imgeler üzerinden anlatılıyor: Orman, Ada, Karanlık, Işık, Ateş, Göl… “Vebanın sokulduğu evler işaretlenirdi ve etrafına bir duvar örülürdü. İçeridekiler kendi başlarına ölsünler diye. Ölüme direnen, vebanın yapışkan kollarından sıyrılabilenler ise içleri boşalmış birer et yığınına dönüşürdü. Kara Ölüm iyi ya da kötü ayırt etmiyordu.”

SESSİZLİĞİN ‘ES’İ…

Es adında bir çocuğun hayat hikâyesine odaklanıyoruz Bozadam’ı okurken. Yaşadığı Ada’da -veba salgını yüzünden- artık kimsesi kalmayan Es Anayurt’a, yani büyükbaba, büyükanne ve ikizlerin yanına gelmiştir. “Nasıl ki ışık kuytuları görmemizi sağlar ise kokular da zihnimizdeki izbeleri ışıldatır, kendimizi görmemizi sağlar” diyen büyükbabanın kukla atölyesi füsunkâr bir evrene sahiptir. Duvarlardaki rafları doldurmuş kuklalar, sanki gecenin seslerini içeriye sokmayan bekçilerdir. “Nasıl ki kuklaya can veren ıhlamur kokusu ise harekete anlam veren de surattır.” Yaşlı adam kendi yarattığı bu evrende herkesten ve her şeyden ıraktır. Yedinci ayın son günlerinde gizemli cinayetler işlenir hep. ‘Katil ortadan kaybolmadan önce marifetinin sınırlarını, hışmının derinliğini göstermek ister.’ Sonra bir gün Aktar’la tanışır Es. Ondan bitkilerin dilini öğrenmeye çalışır: ‘Isırgan otunun ağrılara iyi geldiğini, burcu burcu tüten fesleğenin koku alma duyularını kaybedenleri sağalttığını, tuhaf rayihalı rezenenin kişinin içine girip, muhtelif rahatsızlıklara gebe ifritleri kovaladığını; ciğerleri söküp ağızdan çıkaracak denli şiddetli öksürüğün zencefille tedavi edilmesi gerektiğini ve nicelerini…’

“SEN, BEN VE BİTİMSİZ BİR BOŞLUK”

Roman, “Ada, Anayurt’ta Bir Gün, Kuklalar, Göl, Rüya, Hakikat, Gecenin İçinde, Büyükbabanın Oyunu, Bir Aşk Hikâyesi, Yedinci Ay Biterken, İlk Sancı” gibi bölümlere ayrılmış. Büyük bir yapbozun parçalarını ancak kitabın sonunda tamamlayabiliyorsunuz bu yüzden. “Masanın üzerindeki kandilden yayılan ışık, boyası henüz tamamlanmamış olan Bozadam kuklasının üzerinde titreşiyordu” cümlesini okuduğunuzda ‘oyun’un kurgusuna siz de dahil oluveriyorsunuz. Kitap boyunca kurgu içinde kurgu, oyun içinde oyun bulacağınızı hissediyorsunuz. Kimi zaman Boz Mektup’tan cümlelerle : “Vardığım kuytularda her seferinde kendimle karşılaşıyorum. İçimde biriken sözcüklerden yalnızca sana yazarak kurtulabileceğimi hissediyorum.” Kimi zaman da Kızıl Mektup’tan cümlelerle derin ve hüzünlü bir aşkın izleri beliriyor: “Boşluktu. Orada yalnızca sen vardın. Bu yetmişti. Gerisi boşluktu. Hayal gücüm bile devamını getirmeye gerek duymamıştı. Sen, ben ve bitimsiz bir boşluk.” Sadece bölümlemeler değil Bozadam’ı genişleten. Araya “Tüm varlığım,/ Kelimelerin yine içimdeki yaraları sağalttı” diyen mektuplar serpiştirilmesi ve sonlarına doğru sergilenen kukla gösterisinin oyun metni biçiminde yazılması da romanı hareketli kılmış. Büyükbaba’nın Oyunu, “Bir Aşk Hikâyesi, Gecenin Sesleri, Irmağın Rengi, Mektuplar, Bir Hazin Son” gibi sahnelerden oluşmuş.

“ÖTEKİ OLAN DAİM OLACAK.

” Bir çocuğun kimlik arayışı ve kendini bulma çabaları diye özetlenebilir belki Bozadam’ın konusu. Ancak onu bir arayış romanı olarak tanımlamak yetersiz kalır. Bozadam’da farklılıklarımız ve bu farklılıklar yüzünden insanoğlunun kendi cinsine neler yapabileceği de anlatılmış. İyilik ve kötülüğün, ışık ve karanlığın kadim savaşını imler gibi… Zamansız, mekânsız ve ortam olarak Ortaçağı çağrıştıran bir atmosferde geçen bu romanda özellikle ‘öteki’ kavramı üzerine çokça kafa yorulmuş: “Biz onlara Solukbenizliler deriz. Ama bu hiç önemli değil. Göreceksin her zaman bizler ve ötekiler olacak. İsimler değişecek, zaman akacak, yerler değişecek ama öteki olan daim olacak.” Solukbenizliler ile Bozadamlar arasındaki düşmanlığın kökeninde yatan sebepleri anlamaya çalışıyoruz Boz Mektup’tan: “Atalarımız yüz yıllarca beraber ahenk içinde yaşarken ne olmuştu da Anayurt’un üzerine böylesine bir husumet çökmüştü, bilmiyorum. Anlayamıyorum.” Madam, Kasap ve diğerleri… Ellerinden, dillerinden, yüzlerinden kin ve öfke akan; küflü dehlizlerde, zindanlarda kendilerinden olmayana zulmeden ve kan döken; döktükleri o kandan beslenenler… “Var olmanın, farklılıkları yok etmekle mümkün olacağını düşünüyorlardı, korkmuşlardı ve korku, ötekini yok etme dürtüsünü beraberinde getiriyordu.”

ES İLE BULDUKLARI/MIZ

Ömer İzgeç, arı duru bir anlatım ve incelikli bir dille sesleniyor Bozadam’da okura. Görülecek, duyulacak, hissedilecek bir akışkanlığı var kurgusunun. (Her ne kadar sonlara doğru bazı yerlerde sekteye uğrasa da!) Sağlam bir olay örgüsüne ve dikkatli okur için ilgi çekici göndermelere sahip bu distopik roman. “Sözcüklerin anlamsızlığından, asıl olanın yaşam olduğundan bahseden” bir Büyükbaba’nın rehberliğinde yol alan Es, aslını inkâr etmeden de insanın kendini var kılabileceğini anlıyor sonunda. Kendinden korkmadan, kendine yol alabileceğini ve de… “Evet, dönüp dolaşıp kendine varmaktan korkma. Nihayetinde varacağın yer orasıdır. Orası olmalıdır. Korkma ve merakını yitirme ki o zaman geldiğinde kendini tanı.”

7 Kasım, Star Gazatesi Kitap Eki

Yorum bırakın